PSİKOTERAPİST

BLOG

Oidipus ve Sfenks, 808 · Jean Auguste Dominique Ingres. Louvre, Paris, France.

“Kader seni güldürmüyorsa espriyi anlamadın demektir.” 

Sofokles tarafından yazılan Kral Oidipus, Antik Yunan eserlerinin en çarpıcı trajedi hikayelerinden biridir. 

*Hikaye kısaca şu şekilde;  

Thebai şehrinin kralı ve kraliçesi doğacak çocukları hakkında “babasını öldürerek annesiyle evleneceği” kehanetini duyarlar. Korkuya yenik düşen çift, kaderi alt etmeye çalışarak, bebeği öldürmesi için bir çobana verir; ancak çoban bu bebeği öldürmez ve başka bir şehirde bulunan aileye teslim eder.

Büyüyen Oidipus bir şekilde kehaneti öğrenir: “babasını öldürerek annesiyle evleneceği” bilgisi kendisini dehşete düşürür ve şehri terk eder. Yolda tartıştığı yaşlı bir adamla kavga eder ve yaşlı adamı bir şekilde öldürür. Yoluna devam eden Oidipus Thebai şehrine varmak üzereyken bir Sfenks ile karşılaşır. Bu sırada şehirde kıtlık vardır. Sfenks kim bilmeceyi çözerse Thebai şehrinin kurtulacağını söyler: 

Sabah dört ayakla, öğlen iki ayakla, akşam üç ayakla yürüyen nedir?” Oidipus “insan” cevabıyla bilmeceyi çözer..  Thebai şehrine varır ve şehir kıtlıktan kurtulur. Sonrasında şehrin kraliçesiyle evlenirler. Çocukları olur ve yıllar içinde bir kehanetçi; Oidipus’un evlat edinildiği, şehri terk ettiğinde yolda gördüğü yaşlı adamın kendi babası olduğunu ve evlendiği kişinin kendi annesi olduğunu ortaya çıkarır ve Thebai kraliçesi (Oidipus’un evlendiği kişi aynı zamanda annesidir) intihar eder Oedipus gözlerini kör eder ve sürgüne gider. 

Psikanalizde Freud Oidipus kompleksini psikolojik bir sembol olarak açıklar. Psikoseksüel dönemlerinden biri olan Fallik dönemde görülen “Oidipus kompleksi” bilinçdışı bir dürtü olarak karşı cins ebeveyne karşı duyulan cinsel arzuyu ve aynı cins ebeveyne karşı rekabet ve kıskançlık duygusunu ifade eder. Bu mit insan psikolojisinin derinliklerinde yaşanan çatışmaları temsil ettiğini belirtir.. Freud, Sofokles’in Kral Oidipus trajedisini örnek göstererek arzuların bilinçdışı düzeyde hepimizde var olduğu belirtir. 

Odipus’u bir mitten öteye taşıyan Nietzsche, insan varoluşunu belirli bir parametre indirgemektense varoluşsal açısından bize önemli hatırlatmalarda bulunur. Aslında Nietzsche “bu dünyada kendimizi bilerek daha iyi nasıl yaşayabiliriz?” sorusuna cevap arar. 

Nietzsche’nin Tragedyanın Doğuşu adlı eserinde Sofokles’in yazdığı Kral Oidipus tragedyasına özel bir yer verir. Bu oyunda Oidipus, istemeden babasını öldürüp annesiyle evlenmiş, sonra gerçeği öğrenince kendini cezalandırarak gözlerini kör etmiştir. Ancak Nietzsche için bu sadece ahlaki bir günahın cezası değildir. Oidipus’un yaşadıkları çok daha derin bir süreci, yani insanın yazgı, bilgi ve tanrısal iradeyle olan trajik ilişkisini temsil eder.

Pearson, “Nietzsche’yi Nasıl Okumalıyız?” kitabında Nietzsche’nin, Yunan kültürünün rekabet eden fakat aynı zamanda birbirini tamamlayan Apolloncu ve Dionysosçu iki itici gücü ele aldığını belirtir. Apollon  görünen biçim, anlaşılır bilgiyle,  Dionysos ise biçimsiz akış, mistik sezgi ve aşırılıkla ilişkilendirilir. Dionysos sarhoşluğun ve coşkunun temsilcisi Apollon ise hayalin ve kehanetini temsil eder. Nietzsche’ye göre erken Yunan tragedyasının tek konusu, acı çeken Tanrı Dionysos’tur. Oidipus aslında Tanrı Dionysos’un maskesidir. Sahnede Dionysos, günah işleyen, çabalayan ve acı çeken bir bireyi andıran görünüşü, rüyaların ve görünen dünyanın mütercimi olan Apollon’un etkisidir. Nietzsche, Dionysos’un bireyselleşme nedeniyle acı çektiğini ve bunu acısının kaynağı ve reddettiği şeyin bireyselleşme olduğunu belirtir.  

Oidipus’un Körlüğü: Görmenin Yeni Biçimi

Nietzsche “Önemli olan Oidipus’un ne yaptığı değil, onun ardında Dionysos’un nasıl göründüğüdür.” Oidipus’un körlüğü bir ceza değildir; bilincin uyanışıdır. Gerçeği bilmek onu yıkmıştır, ama aynı zamanda özgürleştirmiştir. Oidipus’un laneti, babasını öldürüp annesiyle evlenmekti. Bu kaderden kaçmak için yola çıktı, ama tam da kaçtığı şeye doğru yürüdü. Onun hikâyesi, insanın kendinden kaçmaya çalışırken yine kendisine çarpmasının sembolüdür. Ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım, kendi varoluşumuzun sorularını yanımızda taşırız.

Kendini bilmek, neleri iyi yapabildiğimiz veya neleri yeteri kadar yapamadığımız gibi basit bir kişisel gelişim demek değildir. Işıkla gölgenin birlikte var olduğu bir alanı kabul etmektir. Hepimizin içinde görmek istemediğimiz taraflarımız, bastırdığımız arzular, kaçtığımız korkular vardır. Onları tanımadan “ben kimim” sorusuna dürüst bir yanıt veremeyiz. 

Oidipus’un hikayesi bize bunu hatırlatır: İnsanın trajedisi, kaderine yenilmek değil; onu anlamaktır.

Bu sitenin tüm hakları saklıdır. ©2025 Tuğçe Yıldırım